Beynimizin ne
kadarına gerçekten ihtiyaç duyuyoruz? Beyninin bir kısmı olmayan ya da hasara
uğramış olan insanlarla ilgili haberler son zamanlarda medyada birkaç kez yer
aldı. Bu vakalar beynin nasıl çalıştığını tam olarak anlamadığımız gibi onu
yanlış ele alıyor olabileceğimizi de gösteriyor.
BBC Future’dan
Tom Stafford’ın haberine göre birkaç ay önce, bir kadının beyninin arka
kısmındaki beyincik bölgesinin olmadığına dair bir haber çıktı. Yani bu kısım
hasar görmüş değildi, hiç yoktu. Bazı tahminlere göre toplam beyin
hücrelerimizin yarısı beyincikte bulunuyor. Ama 24 yaşındaki bu kadın normal
bir yaşam sürüyordu. Eğitimini tamamlamış, evlenmiş ve normal bir hamileliğin
ardından bir çocuk sahibi olmuştu.
Ama bu
durumun kadın üzerinde tümüyle etkisi yok denemezdi. Ömrü boyunca tereddütlü,
hantal hareket etmişti. Ama asıl şaşırtıcı olanı, beyninin bir kısmı olmayıp da
hareket edebilmesiydi. Beyincik beynin öylesine temel bir bölgesidir ki, ilk
omurgalı canlılarda ortaya çıkmıştır. Dinozorların hayatta olduğu dönemde bile
köpekbalıklarının beyincikleri gelişmiş durumdaydı.
Bu olay beyin
konusunda bilimin içinde bulunduğu acıklı durumu gösteriyor. Beyincik gibi bazı
önemli bölgelerin işlevi konusunda bile fikir ayrılıkları var hala. Bu tür
vakalar ortaya çıktığında beyin hakkındaki cehaletimiz de gün yüzüne çıkıyor.
Hastanelerdeki beyin taramaları, beyin yapısının kişiden kişiye farklılık
gösterebildiğini ortaya koyuyor. Bu farklılıkların, yakından gözlendiğinde
davranışlarımız üzerinde etkili olduğunu görmek de mümkün olabilir.
Beyinciği
olmayan kadın vakası, beyinle ilgili basit bir şemanın bulunmadığını
gösteriyor. Beyni, görme bölgesi, açlık ya da sevgi hissi bölgesi gibi
bölümlere ayırarak basitleştirmek cazip gelse de aslında beyinde böyle bölgeler
yoktur. Çünkü o, her işlevden sadece bir bölgenin sorumlu olduğu teknolojik bir
aygıt değildir.
Bir başka
vaka ise bir süredir beyninde şerit paraziti ile yaşayan bir adamla ilgili.
Dört yıldan beri beyne yuvalanmış olan bu şerit, epilepsi krizlerine benzer
nöbetlere, hafıza sorunlarına ve ilginç koku duyumlarına yol açmış. Aslında
beyinde canlı bir varlığa rağmen az denebilecek yan etkiler bunlar.
Beyin
gelişmiş bir teknolojik aygıt olsaydı işlemeye devam etmesi mümkün olmazdı.
Beynin dayanıklılığının nedenlerinden biri onun ‘esnek’ olması, bulunduğu
ortama uyum sağlama özelliği. Bir başka neden ise Nobel Ödülü sahibi nörolog
Gerald Edelman tarafından geliştirilen bir konseptle ilgili olabilir. Edelman
biyolojik fonksiyonların çok sayıda yapı tarafından desteklendiğini fark
etmişti; örneğin bir tek fiziksel özelliğin birçok genin kodlaması sonucu
olması gibi. Böylece bir tek genin ortadan kalkması o özelliğin ortaya
çıkmasını engelleyemiyor. Bir tek fonksiyonun çok sayıda farklı yapılar
tarafından desteklenmesi özelliğini Edelman ‘soysuzlaşma’ olarak adlandırdı.
BİR FONKSİYON, BİRÇOK BÖLGE
Aynı şey
beyin için de geçerli. Beynimizin tek tek fonksiyonları belli bölgelerde
toplanmış olmayıp birçok bölgenin desteğiyle gerçekleşiyor; bunların işleyişi
benzer olsa da küçük farklılıklar da içeriyor. Bir tarafta meydana gelen
aksaklık diğer bölgeler tarafından telafi ediliyor.
Beynin
işleyişini inceleyen bilişsel nörologların beyindeki farklı bölgelerin ne iş
yaptığını tespit etmeye çalışırken karşılaştığı sorun da bu işte. Bir bölgeye
sadece bir fonksiyonu atfederseniz yanlış sonuçlara varırsınız.
Beyincik tek
tek özel hareketleri kontrol eden bölge olarak biliniyor. Fakat bazal gangliya
ve motor korteksi adı verilen bölümler de vücut hareketlerimizle yakından
ilgilidir. Hepsi de aynı şeye katkıda bulunduğunda her bir bölgenin tam olarak
işlevini belirlemeye çalışmak yanlış bir yaklaşım olur.
Hafıza da çok
sayıda beyin sistemlerinin kontrolünde olan temel bir biyolojik fonksiyon. Daha
önce bir kez gördüğünüz birine rastladığınızda o kişinin iyi biri olduğunu ya
da yaptıkları iyi bir şeyi hatırlıyor olabilir, ya da sizde iyi duygular
uyandırdığını düşünebilirsiniz. Bunların tümü o kişiye güvenebileceğinizi
farklı şekillerde size hatırlatan hafıza biçimleridir.
Edelman
‘soysuzlaşma’ özelliğini doğal seleksiyonun kaçınılmaz bir ürünü olarak
görüyor. Bu olgu beyne ilişkin olağandışı durumların neden felaketle
sonuçlanmadığını açıklıyor aslında. Bir de bilim insanlarının neden beynin
işlevlerini anlamakta zorluk çektiğini.
Yorum Yap
Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Giriş Yap
Yorumunuzun kontrolden geçtikten sonra yayınlanacaktır.